M e m l e k e t i n   B i r i n d e

KENDİNİ TANIMAYAN KRAL


    Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar yeryüzünün bir yerinde lafı bol, işi az bir ülke varmış. Bu ülkenin eski zamanlarda her ülkenin olduğu gibi bir kralı varmış. O ülkede yaşayanlar kralı hiç sevmezlermiş. Yalnız halk değil, sarayda yaşayanlar, kendi adamları bile kralı sevmezlermiş. Doğrusu kral da sevilecek bir kral değilmiş hani...
    Ama buna karşılık veliahtı herkes severmiş. Genç veliaht, bütün o ülkenin büyük sevgisini kazanmış. Küçüğü büyüğü herkes onu bütün yüreğiyle severmiş. Öyle severmiş ki, veliahtın öl dediği yerde herkes gözünü kırpmadan seve seve canını vermeye hazırmış. Bu sevgi de boşuna değilmiş. Veliaht da yurdunu çok severmiş. Kralın baskısından arasıra kurtulup da gezmeye vakit buldukça, bakımsız topraklar karşısında gözyaşları döker, içinden, "Ah benim canım yurdum, buraları böyle mi kalmalı!.." diye geçirirmiş.
    Bataklıklar görür, "Buraları cennet olur, bu sular akıtılırsa çorak topraklar sulanır. Hastalık kalmaz!" diye düşünürmüş.
    Gazeteciler de veliahtı çok severlermiş. Çünkü veliaht, kralın basına yaptığı baskıya çok kızar, gazetecilere,
    - Basın hürriyeti olmayan ülkede demokrasi olmaz!... dermiş.
    En sevdikleri gazetecilermiş. En çok onlarla konuşur, dertleşir, içini dökermiş.
    Günün birinde kralı düşürüp, yerine bu veliahtı kral yaparlarsa, basın hürriyetinin de geleceğine inanan gazeteciler, onun yanından hiç ayrılmazlarmış. Veliaht, gazetecilere ziyafetler çeker, onlarla birlikte, onların aralarında resimler çektirirmiş. Bu resimlerin arkalarına "iyi arkadaşlık günlerinin anısı" diye yazar, imzalarmış.
    Söz ve düşünce hürriyetinden yana olan veliahtı bütün sanatçılar da severlermiş.
    Veliaht kral olunca, geçim zorluğu çekilmeyeceğine inanan dargelirliler, işçiler de ona büyük değer verirlermiş. Memurların sevgisi, saygısı daha da büyükmüş. Yurdu cennete çevireceğini söyleyen veliahtı köylüler el üstünde tutarlarmış.
    O ülkenin kralı, veliahtı halkın bu kadar çok sevdiğini anlayınca, veliahta yapmadığını, etmediğini bırakmamış. O'nun halkla konuşmasını yasak etmiş. Sarayın ayrı bir bölümüne kapamış. İstediği kadar altın, para, en güzel kızları vererek, veliahtı susturmak, uyutmak istermiş ama, halka ve ülkesine yararlı olmak için içi yanıp tutuşan veliaht bunların hiçbirine kanmazmış. Kralın onu bu kadar yüceltmesine de, ölüm baskısı altında tutmasına da boşverirmiş.
    Kralın sarayında yaşayanlar, nazırlar bile kralı hiç sevmezlermiş. Hepsi de veliahttan yanaymışlar. Onun için de saraya kapatılan veliahttan gazetecilere sık sık, gizli mektuplar, haberler götürürlermiş.
    Günün birinde kralın baskısına dayanamayan halk, aydınların da önderliğiyle ayaklanmış, kralı devirmişler. Veliahtı da onun yerine kral yapmışlar. Halk sevinçten düğün bayram etmiş. veliahtın kral olmasında büyük iş görmüş olan saray ileri gelenleri yeni kralı kutlamaya gitmişler.
    Tahtında oturan yeni kral, bunları birbir süzmüş. Sonra onlara,
    - Siz kimsiniz?... diye sormuş.
    Sarayın ileri gelenleri şaşırmışlar. Onu kral yapmak için bu kadar uğraştıkları halde, şimdi nasıl olur da kral onları tanımaz. İçlerinden biri, kendisini tanıtmaya çalışmış:
    - Hani efendimiz, siz sarayın ayrı bir bölümünde tutukluyken ben sizin mektuplarınızı ölümü bile göze alarak gizli gizli gazetecilere götürürdüm.
    Kral düşünmüş düşünmüş
    - Hiç böyle bişey anımsamıyorum, demiş. Ne zaman oldu BU anlattıklarınız? Ben sizi ilk görüyorum. Sonra başka biri,
    - Beni hatırlayacaksınız efendim, demiş. Ben gece yarıları gizli gizli yanınıza gelirdim. Eski kralı devirmek için sabahlara kadar sizinle planlar yapardık. Ben bu planlan uygulamak için çalışırdım.
    Kral,
    - Siz rüya görmüş olacaksınız, demiş, bu anlattıklarınızın hiçbirini bilmiyorum.
    Saray adamları ne yapmışlarsa kendilerini krala tanıtamamışlar. Ertesi gün, gazeteciler yeni kralı kutlamaya gelmişler. Kral, gazetecileri de tanımamış. Hepsine ayrı ayrı, baştan ayağa teker teker bakmış,
    - Ben sizi tanımıyorum, demiş, sizleri hiç görmedim. Gazetecilerden biri,
    - Aman efendimiz, nasıl olur? demiş, siz bana "kardeşim" derdiniz. Birlikte olunca, kolunuzu boynuma atardınız. Beni her gördüğünüz yerde boynuma sarılır öperdiniz. Hatta siz, "Ah hürriyet, ah hürriyet!" diye ağlardınız.
    - Kim? Ben mi?
    - Evet, siz.
    - Ne zaman?
    - Kral olmadan daha bikaç gün önce.
    - Nerede?
    - Her yerde...
    - Hiç bilmiyorum. Sakın beni birine benzetmiş olmayasınız. Sonra gazetecilerden başka biri, birlikte çektirdikleri, arkasında da veliahtken imzası ve elyazısı olan fotoğrafı krala göstermiş. Ama kral onu da tanımamış.
    Sevinçten hafızasını kaybetmiş olacak diye, kralı biraz dolaştırmışlar. Her zaman cennete çevireceğini söylediği kıraçların, bataklıkların önüne getirmişler. Kral, elini gözlerine siper edip bataklığa bakmış, bakmış, sonra,
    - Buraları neresi?.. diye sormuş.
    - Hani bu bataklığı göl yapacaktınız. Herkes bu gölde balık avlayacaktı. Turistler koşup gelecekti.
    Kral bakmış bakmış.
    - İlk görüyorum buralarını, demiş, aman ne pis yerler... Kral, veliahtlığı zamanında olanların hiçbirini anımsamıyor, eski arkadaşlarının hiçbirini tanımıyormuş. Kraldan çok başkaları buna şaşırmışlar. İçlerinden biri,
    - Belki de kral hafızasını kaybetti, bakalım kendisini tanıyacak mı?... demiş.     Kral hazretlerinin karşısına, altın çerçeveli bir boy aynası getirmişler. Kral aynadaki hayaline bakmış bakmış, ama bitürlü kendisini tanıyamamış.
    - Bu kim?.. diye sormuş.
    - Sizsiniz!.. demişler.
    Kral,
    - Hayır, ben değilim, demiş. Bu suratı tanımıyorum, ilk görüyorum.
    - Sizsiniz!.. demişler bir daha.
    Kral,
    - Ben değilim, demiş, isterseniz siz de bakın, ben miyim? Oradakiler kralın aynadaki hayaline bakınca büsbütün şaşırmışlar.
    - Kral hazretleri kendisini bile tanımamakta haklıdır... demişler.
    Kralın aynadaki hayali, hiç görülmedik bişeymiş, iki uzun eşek kulaklı, iki öküz boynuzlu, manda gözlü, maymun gibi kıllı, ayı kadar kaba, domuz burunlu, gergedan ağızlı bir yaratık...
    Oradakiler kralı doğrulamışlar. Sarayda tutuklu olan yeni veliahtı kral yapmak, eskisini devirmek için oradan ayrılmışlar.
    Gökten inmiş bir elma, yarısı bana, öbür yarısı yine bana. Nah sana! Nah sana
    Onlar ermiş muradına, biz çıkalım tahtaboşa...
BAYAN MAYMUN